Kontrol Arzusu ve Mükemmeliyetçilik
- Ayça Özbatır
- 5 Tem 2023
- 4 dakikada okunur

Son dönemde mükemmeliyetçiliği, hem kendimizden hem de başkalarından daha fazla talep eder olduk. Konulan yüksek kriterlerle, beklentilerle mükemmeliyetçilik dolayısıyla her şeyi kontrol etmek arzusu ve idealize edildiği gibi kontrol edemedikçe yaşanan sıkıntılar giderek arttı gibime geliyor. Bu konuda araştırırken okuduğum Psychological Bulletin'de yayınlanan yeni bir araştırmadaki bulgular da, mükemmeliyetçiliğin zaman içinde arttığını destekler nitelikte. Tabi ki, yapabildiğimizin en iyisini yapmaya uğraşmak iyi bir şey ama diğer taraftan hata yapmaktan, başkalarını hayal kırıklığına uğratmaktan dolayı gösterdiğimiz mükemmeliyetçilik ve kontrol duygusu başka bir şey. Mükemmeliyetçilik artıkça mutsuzlukta beraberinde artıyor sanki.
İdeal durum olmadığında yaşanan duygusal zorluklar ile baş etmek daha da zorlaşmaktadır. Beraberinde mükemmeliyetçilik, ciddi depresyon, kronik kaygı ve sayısız sağlık sorunuyla açıkça ilişkilidir. İdeale ulaşma çabası ve ulaşılamayacağına duyulan kaygı ile kontrol arzusu da artmaktadır. Bu arzu bir noktada kişiyi zorlayıcı hale gelebilir. Psikoloji alanından biliyoruz ki, korku genellikle kontrol etme arzularında büyük bir motivasyon kaynağı.
Bu kontrol duygusunu tetikleyen ana sebeplerden biri; yaşadığımız güvensizlik duygusu. Böyle olunca belirsizlikler, bilinmezler karşısında durabilmek zorlayıcı olabilir ve güvensizliği daha da tetikleyebilir. Ve kontrol çabası ile kişi yaşadığı güvensiz egoyu yatıştırmaya çalışır.
Bu duruma bir kaç farklı noktadan bakabiliriz. Psikolojide bağlanma kavramını inceleyen John Bowlby, yaşanan yoğun kontrol arzusunu kişinin çocukken güvenli bağlanma sağlayamamış olmasıyla ilişkilendirir. Bir çocuk annesiyle veya bakım veren figürle güvenli bağlanma sağlayamadıysa, başkalarıyla nasıl sağlıklı bağlar kuracağını bilemeyebilir. Başkasından medet umamayacağını, yalnızca kendine güvenmesi gerektiğini düşünür. "Başkalarına güvenemem, bu yüzden başkasının yapamayacağı şeyin beni incitmemesi için her şeyi kontrol etmeliyim." diye düşünüyor olabilir. Aslında kontrol arzusunun altında çok kırılgan bir yapı mevcuttur. Bununla birlikte kontrol sorunu yaşayan insanların kaygıları yüksektir. Kaygı düzeylerini azaltmak için olayları kontrol etmeye çalışırlar. Her şeyi kontrol etme çabası içinde olan kişinin, başkalarına güvenmesi de zor olabilir. Eğer başkalarına güven düzeyi düşükse, düzeni sağlayabilecek, akışı yürütebilecek tek kişinin kendisi olduğuna inanabilir. Muhtemelen kendisi olmadığı sürece her şeyin dağılacağına ve olması gerektiği gibi gitmeyeceğine, kendisinin sürekli orada yer alması gerektiğine inanır ve işi bırakamaz, delege edemez.
Bu noktada, Freud ve diğer psikologların "narsistik yara" dedikleri bir kavramdan bahsedebiliriz. Hayatın gelişim dönemleri içinde alınan yaralar o kadar derin olabilir ki, narsistik kırılganlık artabilir ve bunları yaşayan kişi artık sağlıklı bir ego gücüne sahip olamaz. Mükemmeliyetçi bakış açısı ve kontrol etme arzusu olmadan, kişi kendini çok uzun zaman önce yaralanmış ve kırılgan erkek ya da kız çocuk olarak hisseder ve tekrar aynı şekilde yaralanmaktan korkar. Kontrolün kendinde olduğunu hissetme ihtiyacımız korku tarafından yönlendirilir. Çoğu insan, kontrolleri dışında olan, ters gidebileceğini düşündüğü her şeyi, kendisine veya sevdiklerine gelebilecek kötü şeyleri düşündüğünde yoğun kaygı ve endişe yaşayabilir. Bu durum, özellikle belirsizliklerin arttığı, olayların öngörülemez olduğu, sisli bir yolda yürümek zorunda kalınan zamanlarda daha da artabilir.
Bununla beraber kontrol arzusu konusunda ilginç bir başka araştırma daha var. Çocuk psikologları, bir çocuğa ailedeki diğer üyelere göre öncelik verildiğinde ve her isteği ya da arzusu yerine getirildiğinde, ebeveynlerin "küçük Tanrı-imparatorlar" ya da "küçük prens/prensesler yaratabileceğini, zamanla bu konumun içselleştirilebileceğini ve büyüyüp yetişkin olduklarında bu "küçük Tanrı-imparator"ların ya da "küçük prens/prenses"lerin bir yetişkin olarak istediği her şeye hakkı olduğunu düşünmeye eğilimli olabileceğini ifade etmişlerdir. Merkezde ve her şeyin kendi etrafında gelişmesine alışık olan bu yetişkinler, akış istedikleri gibi olmadığında, kontrol arzusunu yoğun bir şekilde yaşar ve yaşatabilirler.
Nerden bakarsak bakalım; kontrol etme arzusu, mükemmeliyetçi düşünme durumu günlük yaşamı sekteye uğratacak kadar yoğun olduğunda, hem kişi hem de çevresi için çok yorucu bir hal alır. Bu durumu destekleyen pek çok otomatik düşünce dediğimiz bilişsel çarpıtmalar devrededir. Her ayrıntıyla ilgilenmek bir süre sonra yıpratıcı hale gelebilir. Bu ruh halinde bir kurban/mağdur gibi davranmaya veya başkalarının onun kadar düşünmediğinden, yapmadığından şikayet etmeye başlayabilirler. Başkaları yardım etmeye çalıştığında ya ağır bir şekilde eleştirilmek ya da kontrolün bir kısmının elinden alınacağı korkusuyla yardımı kabul etmeyebilirler. Çünkü çok fazla katkı, destek tehdit olarak algılanabilir. Hiç kimse, belirlenen o ideal kriterin doğru dengesini bulamayacağı için delege etmek de çok zorlayıcı olacaktır.
Kontrol ve kesinlik bize güvende ve emniyette olduğumuz duygusu verir. Bu nedenle, hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için güvende, mutlu veya başarılı olacağımız fikriyle var olanları kontrol etmek istememiz doğaldır. Ancak bir şeyleri katı, talepkar ve mükemmeliyetçi bir yapı ile kontrol etmeye çalışıyorsak, bu bir süre sonra korku ve kaygıyla başa çıkma yolumuz haline gelebilir.
Sorun şu ki hayattaki kontrol edebileceklerimiz olduğu kadar kontrol edemeyeceklerimiz de var ve çoğu şeyi kontrol edemeyiz. Kontrol edemeyeceklerimize odaklanan kontrolcü bir yapıda olmak, hayatımızı zorlaştırabileceği gibi, her an stresli olmak ve başkalarıyla gergin ilişkiler yaşamak gibi yeni sorunlar da yaratabilir. Kontrolümüz dışında olanları kontrol etme çabası sadece daha fazla direnç, stres ve çatışma yaratacaktır. Çünkü istenilen mükemmelliği yakalayabilmek için yansıttığımız kontrol isteği, otoriter, eleştirel ve başkalarına karşı yargılayıcı bir şekilde yansırsa ilişkiler de zarar görebilir.
Kendimizden bıkmadan usanmadan mükemmelliği talep etmek, fiziksel ve duygusal stresi artırır. Örneğin, baş ağrısı veya mide-bağırsak sorunları, boyun veya sırt ağrısı, uyku sorunu, düşük enerji, erteleme ve motivasyonsuz hissetme, sinirlilik veya öfke, moral bozukluğu veya depresif hissetme veya sürekli endişe gibi yaygın stres belirtileri yaşayabilmemiz olasıdır.
Jung'un ifade ettiği gibi "neye direnirsen, o varlığını sürdürür." Mükemmeliyetçiliğin karşısında kabullenmek yer alır. Aslında mükemmeliyetçilik özünde mevcut gerçekliği reddetmeyi barındırır. Kontrol edemediklerimizi kabullenmeye karşı bir dirençtir aslında. Bu konuda Kristin Neff ve diğer uzmanlar tarafından yapılan araştırmalar, direncin acıyı artırdığını bununla birlikte kabullenmenin özellikle de kendini kabul ile mutluluğu artırdığını gösteriyor.
Bazen zihninizdeki listeleri, talimatları, basamakları devreye sokmak yerine var olanı kabullenmeye izin verebildiğinizde, sonuç ne olursa olsun bununla başa çıkabileceğinize ve olan ya da olmayan şeyler karşısında ortaya çıkan tüm zor duyguların üstesinden gelebileceğinize güvenebilip, kendinizi bir nebze de olsa akışa bırakabildiğinizde, belki de o zor ya da korkutucu durumun düşündüğünüz gibi olmadığını görmenize yardımcı olacaktır.
Mükemmelliyetçilik ve yoğun kontrol arzusunun beraberinde getirdiği sıkıntıları aşmak için, kendinizle ilgili farkındalığınızı artırmanız ve duygularınızı keşfetmeniz, altta yatan nedenleri bulmanız ve alternatif tepkiler geliştirebilmeniz açısından önemlidir.
Comments